20 Ocak 2015 Salı

Ahmet Haşim

   






   Fecri Ati topluluğunun en önemli şairi Ahmet Haşim çirkin olduğu düşüncesiyle kendinden nefret eden hatta aynalara tükürdüğü söylenen bir şairdi. İlk şiiri yayınlandığında on üç on dört yaşlarında idi. Bundan sonraki üç yıl içinde on üç şiiri yayınlandı.

   Haşim küçük yaşta annesini kaybetmenin verdiği acı ile büyük bir boşluğa düşmüştü. Annesini kaybetmesinden bir kaç yıl sonra dilini, geleneklerini, insanlarını tanımadığı bir şehirde ki yeni okulunda yatılı okuyor olmasının verdiği hüzün onu iyice içine kapanık bir hale getirmişti. Üstelik okul arkadaşının yeni öğrendiği Türkçesinin ve Fransızcasının telaffuzuyla alay etmesi 'Arap Haşim' diyerek yabancılığını yüzüne vurmaları onu daha içine kapanık bir hale getirmişti. 

   Edebiyatımızın sembolist şairlerinden biri olan Haşim'in çok ilginç özellikleri vardı. Galatasaray'da okurken derslerine girdiği Tevfik Fikret'in dahil olduğu Servet-i Fünun akımından hoşlanmadığı için onu kötüleyen yazılar yazmıştı. 

   Hayatı boyunca dostu Yakup Kadri ile de ezeli rakibi Yahya Kemal yüzünden bozuşmuş hatta ona bir düello davetiyesi göndermişti. Ona göre kendisi 'iri ve yağlı bedeni üzerinde duran koca kafası kısacık boynu ve yüzündeki yara iziyle bir ucubeyi andıran çirkin sesli zavallı bir adamdı' ve kendisinde zerre bulunmadığı düşündüğü bu güzellikten de bu nedenle nefret ederdi.

   Üstelik korkaktı. Her yazısını teslim edişinin ertesi sabahında yazdıklarının birine dokunacağını bu nedenle kendisine zarar geleceğini düşünerek ürperirdi. Bir tren garında suikasta kurban gideceği korkusuyla kendisine seslenen en yakın dostlarını bile duymazlıktan gelerek hızla yürümeye devam ederdi.

   Nazım Hikmet 'onu gördüğüm yerde dövüşeceğim' dediği için bir kaç gün üzerinde silah taşıdığı ancak silahın kendiliğinden patlayacağı düşüncesiyle bundan da kısa süre de vazgeçtiği söylenirdi. 

    Kedisini bile kıskanmıştı. Dokuz tane yavru doğurduğu için sokağa attığı kediyi sonra tekrar eve alarak kendi merhametine inanmaya çalışmış ve marazi ilişkisinin kedisiyle arasında ki ilişkiyi bile yansıtmayı başarmıştı.

    Kadınlarla ilişkilerinde ya korkup kaçmış ya da ani duygu kabarmalarıyla saldırgan bir hal almıştı. Evlenip bir yuva kurma hayalini hayatı boyunca taşıyan Haşim, güzel ve zengin kadınla evlenerek her iki arzusunu tatmin edeceğini sanıyordu. Onun aşk hayatını ' Beni sevenlerin hepsi güzel fakat züğürt. Sevdiklerimin hepsi güzel fakat bana lakayt. Hem zengin hem de bana teveccühkar olan kızlar tanıyorum ki maalesef çirkinler' sözü özetliyordu.

Diğer Şairlerin Ağzından Ahmet Haşim

   Yusuf Ziya Ortaç'ın dediği gibi büyük fırlak bir alnı, çukur bir çenesi, Halep çıbanlarının insafsızca kemirdiği kırmızı ve etli bir yüzü vardı. Kendisini çirkin bulur, yüzünü beğenmez bu yüzden ömrü boyunca ızdırap çekmiştir. Ama o ne yüzüne bakılmayacak kadar çirkin bir adamdır ne de çirkinliği yazdıklarına gölge düşürür. 

   Yakup Kadri Karaosmanoğlu 'Edebiyat Gençlik Hatıralarında' demektedir ki: Kendisinin son derece çirkin bir adam olduğunu zannediyordu ve bu zan ona ilk gençlik çağlarında son gençlik dönemine kadar hayatı zehreden tasalardan biri olmuştur.

   Bir gün Yakup Kadri'ye 'Mon şer! Dün gece, bu suratımın hali uykumu kaçırdı. Onu hayalimde şöyle düzelteyim dedim. Mesela alnımı daha muntazam bir şekle soktum. Kafamı lepiska saçlarla örttüm yanağımdaki Halep çıbanını sildim, ağzımı ufalttım, çenemi incelttim gene bir şeye benzemedi. Anladım ki bu kafayı kökünden söküp atmaktan başka çare yok' Şair bu azaplı hikayeyi anlattığında konu evlenme meselesi idi. Evlenmekten daima kaçan şair alacağı kızın kendisini sevmeyeceğine kanaat getirmiştir ve aldatılan koca olmak ona felaketlerin en büyüğü gibi görünür. Laf evlenmekten açılınca 'Kadın benim neremi sevecek diye?' sızlanıyordu. Her şeye masala, büyüye, mucizeye inanan Haşim yalnız bir şeye kendisinin bir kadın tarafından sevilebileceğine inanmıyordu. Bunun içindir ki ölünceye kadar daima yakışıklı gençleri, sevişen çiftleri kıskandı.

   Abdülhak Şinasi Hisar, onun çocukluğunda geçirdiği bir kazadan kalma yara izi olduğunu söyler. Zaten Haşim'in portresini çizmeye duran hemen herkes onun  yara izini geçip zeka kıvılcımları çakan mavi gözlerine takılır ve o gözler Tanpınar'ın  deyişiyle çevresindekilere hep ümit vermiştir.

   Haşim her gördüğü kadına aşık oluyordu. Fakat bu aşıkların çoğundan maşukların haberi bile olmuyordu. Bu meyanda İzmir'de İtalyan bir kıza gönül vermiş ve ona ne bir kelime söylemiş ne de dikkatle yüzüne bakabilmişti. Bunun üzerine arkadaşları ona zalimce oyun oynadılar. Bunlar arasında bende vardım. İzmir'in gayet yakışıklı ve zengin bir çiftlik  beyi gibi görünen bir genci Haşim'in sevgilisini çiftliğe kaçırmaya ikna etmişler.. Zavallı Haşim bunu işitir işitmez telaşa kapılır ve soluğu aşıkın yanında alır 'Sahi kızı kaçıracak mısınız?' diye sorar İtalyan kızı kaçıracak olan delikanlı ikide bir camın arkasından dışarıyı gözetleyerek daha gelmediler vay canına diye söyleniyordu. Haşim heyecanlı heyacanlı sordu: Kim bunlar, kimler gelecek? Don Juan sanki ağzından kaçıvermişçesine 'adamlarım adamlarım bu saate kadar atları hazır edecekler ve bana ıslıkla işaret vereceklerdi' dedi. Haşim'in artık hiç şüphesi kalmadı eğilip 'Mon cher acaba gidip ailesine haber versek mi? Benim bir kahkaham bütün komedyayı bozdu. Haşim bunun bir oyundan ibaret olduğunu anladı ve o günden sonra aramızdan kaybolup gitti.

   Bütün bunlar doğrudur ancak Ahmet Haşim'in yüzüne bakılmayacak kadar çirkin bir adam olduğu tamamen efsanedir. Onun Bağdatlı olduğu ve Arap soyundan geldiği için 'kara yağız' bir adam sananlar ise aldanmışlardır. Yakup Kadri onun resmini öyle bir çizer ki 'çirkin' dediğinize utanırsınız. Çünkü Ahmet Haşim kara yağız değil beyaz tenli, kumral genç bir adamdır.

   Çirkin olduğunu iddia ettiğinden yarasalık eğilimleri gözlenmiş, gündüzleri evinde oturup uyuyan, geceleri ise gezen dolaşan şair şiirlerinde de bu isyanı ve şikayeti bolca görülmüştür.

Bir Günün Sonunda Arzû

Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nâlân;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i'lân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde semâ kavs-i mutalsam!

Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

<< Melali anlamayan nesle aşina değiliz. Sana yalnızca bir ince taze kadın. Bana yalnızca eski bir budala diyen bugünkü beşer, bu sefil iştiha bu kirli nazar, sende bende bir mana bulamaz.>> (O Belde şiiri)